Thirty Seconds to Mars Turkey

Welcome to the Unıverse!
Evrene Hoşgeldin!
Merhaba Marslı!
Bizi ziyaret ettiğin için çok Teşekkürler!
Şimdi giriş yada kayıt olarak sitemize katkıda bulunabilir bizimle vakit geçirebilirsin:D

Join the forum, it's quick and easy

Thirty Seconds to Mars Turkey

Welcome to the Unıverse!
Evrene Hoşgeldin!
Merhaba Marslı!
Bizi ziyaret ettiğin için çok Teşekkürler!
Şimdi giriş yada kayıt olarak sitemize katkıda bulunabilir bizimle vakit geçirebilirsin:D

Thirty Seconds to Mars Turkey

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Voltaire

    HellsBells
    HellsBells
    ADMİN
    ADMİN


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 3460
    Kayıt Tarihi : 06/02/08
    Yaş : 31
    Nerden : Angara
    İş Güç : Tanrının İzinde
    Points : 1839

    Voltaire Empty Voltaire

    Mesaj tarafından HellsBells Ptsi Eyl. 01, 2008 4:07 pm

    Voltaire Voltair
    Gördük ki hem Fontenelle ve hem de Maupertuis evrensel dizgenin Tanrının varoluşunu sergilemekte olduğuna inanıyorlardı. Montesquieu de Tanrıya inanıyordu. Ve Voltaire de. Adı yalnızca bir kurum olarak Katolik Kiliseye ve dinadamlarının eksikliklerine karşı değil ama Hıristiyan öğretilere karşı da sert ve alaycı saldırılarıyla birlikte anılmaktadır. Gene de bu onun bir tanrıtanımaz olmadığı olgusunu değiştirmez.

    Daha sonra adını M. de Voltaire olarak değiştirecek olan François Marie Arouet (1694-1778) çocukluğunda Paris’de Louis-le-Grand Jesuit kolejinde eğitim gördü. Bastille’e iki ziyaretten sonra 1726’da İngiltere’ye giderek 1729’a dek orada kaldı. Ve İngiltere’de kalışı sırasındadır ki Locke ve Newton’un yazıları ile tanıştı ve Felsefi Mektuplar’ında açıkça görüldüğü gibi İngiliz yaşamındaki göreli özgürlüğe karşı hayranlık duyguları geliştirdi.25 Başka bir yerde Voltaire belirtir ki Newton, Locke ve Clarke Fransa’da baskıya uğrayacak, Roma’da hapsedilecek, ve Lizbon’da yakılacaklardı. Bununla birlikte, hoşgörü için bu coşkusu 1761’de üç rahibin Lizbon’da dinadamlarına karşı olan hükümet tarafından yakıldığı haberini işittiği zaman bunun onda yarattığı derin doyum duygusunu anlatmasının önüne geçemedi.

    Voltaire 1734’de Cirey’e gitti ve orada o sıralar yayınlamamayı daha uygun bulduğu Metafizik Üzerine İnceleme’sini yazdı. Newton’un Felsefesi başlıklı çalışması 1783’de çıktı. Voltaire felsefi düşüncelerinin çoğunu Bayle, Locke ve Newton gibi düşünürlerden aldı; ve bu düşünceleri duru ve nükteli yazılarda sunmada ve onlara Fransız toplumunun anlayabileceği bir Biçim vermede hiç kuşkusuz başarılıydı. Ama belli bir derinliği olan bir filozof değildi. Locke’dan etkilenmiş olmasına karşın, bir filozof olarak onunla aynı düzeyde değildi. Ve Newton üzerine yazmış olmasına karşın, kendisi bir matematiksel fizikçi değildi.

    1750’de Voltaire Büyük Frederick’in çağrısı üzerine Berlin’e gitti, ve 1752’de Maupertuis üzerine Doktor Akakia başlıklı yergisini yazdı. Bu yergi Frederick’in hoşuna gitmedi; ve filozof ile kral koruyucusu arasındaki ilişkiler gerginleştiği için, Voltaire 1753’de Berlin’den ayrılarak Cenova yakınlarına yerleşti. Önemli yapıtı Essai sur les moeurs 1756’da çıktı.

    Voltaire 1758’de Ferney’de bir mülk eldindi. Candide 1759’da, Hoşgörü Üzerine İnceleme 1763’de, Felsefe Sözlüğü 1764’de, Bilgisiz Filozof 1766’da, Bolingbroke üzerine bir çalışma 1767’de, Tanrıtanırcıların İnanç Bildirimleri 1768’de çıktı. 1778 yılında oyunu Irëne’in ilk sahnelenişinde bulunmak üzere Paris’e gitti ve başkentte olağanüstü bir alkış tufanı ile ödüllendirildi. Ama ilk sahnelenişin üzerine çok geçmeden Paris’te öldü.

    1829-34 Beuchot yayımında Voltaire’in toplu yapıtları yaklaşık yetmiş cilt oluşturur. Bir filozof, oyun yazarı, ozan, tarihçi ve romancıydı. Bir insan olarak hiç kuşkusuz pek çok iyi yanı vardı. Oldukça güçlü bir sağduyu taşıyordu; ve türe sorunlarında bir reform uygulaması için duyduğu istek, karışık güdüler tarafından esinlendirilmiş olsalar da belli türel haksızlıkları kamu oyunun gözleri önüne getirmek için gösterdiği çabalarla birlikte, belli bir insanca duygu düzeyini gösterir. Ama bütününde alındığında karakteri özellikle hayranlık duyulabilecek bir türde değildi. Kendini beğenmiş, kinci, kinik ve anlıksal olarak ilkesizdi. Maupertuis, Rousseau ve daha başkalarına yönelttiği saldırılarının ona saygınlık kazandırdıklarını söylemek güçtür. Ama hiç kuşkusuz karakter bozuklukları üzerine söyleyebilecek olduğumuz hiçbir şey yazılarında Fransız Aydınlanmasının tinini parlak bir biçimde toparlamakta olduğu olgusunu değiştiremeyecektir.

    Newton felsefesinin öğeleri üzerine çalışmasında Voltaire Kartezyenizmin doğrudan doğruya Spinozacılığa götürdüğünü ileri sürer. ‘‘Pekçok insan tanıdım ki Kartezyenizm onları şeylerin enginliğinden başka hiçbir Tanrının olmadığını kabul etmeye götürmüştür, ve, tersine, hiçbir Newtoncu görmedim ki en sağın anlamda bir tanrıtanırcı olmasın.’’26 ‘‘Newton’un bütün felsefesi zorunlu olarak herşeyi yaratan ve herşeyi özgürce düzenleyen bir En-Yüksek Varlığın bilgisine götürür.’’27 Eğer bir boşluk varsa, özdek sonlu olmalıdır. Ve eğer sonlu ise, olumsal ve bağımlıdır. Dahası, çekim ve devim özdeğin özsel nitelikleri değildirler. Bu yüzden Tanrı tarafından getirilmiş olmalıdırlar.

    Metafizik Üzerine İnceleme’sinde Voltaire Tanrının varoluşu için iki uslamlama çizgisi önerir. Birincisi sonsal nedensellikten yola çıkan bir tanıtlamadır. Dünya bir saate benzetilir; ve Voltaire ileri sürer ki, tıpkı kolları zamanı belirten bir saati gören birinin onun zamanı göstermek amacıyla bir başkası tarafından yapılmış olduğu vargısını çıkarması gibi, Doğanın gözleminden de onun anlıklı bir Yaratıcı tarafından yapılmış olduğu vargısı çıkarılmalıdır. İkinci uslamlama Locke ve Clarke tarafından saptanan çizgiler üzerinde olumsallıktan bir uslamlamadır. Bununla birlikte, daha sonra Voltaire bu ikinci uslamlamayı bir yana bırakarak kendini birinciye sınırladı. Felsefe Sözlüğü’nde tanrıtanımazlık üzerine yazısının sonunda şunları söyler: ‘‘filozof olmayan geometriciler sonsal nedenleri yadsımışlardır; ama gerçek filozoflar onları kabul ederler. Ve, çok iyi bilinen bir yazarın söylediği gibi, bir din hocası Tanrıyı küçük çocuklara bildirirken, Newton Onu bilgeler için tanıtladı.’’ Ve Doğa üzerine makalesinde yalnız başına alındığında hiçbir toparlama evrensel uyumu ya da dizgeyi açıklayamaz diyordu. ‘‘Beni Doğa olarak adlandırırlar, ama ben tümüyle sanatım.’’

    Ama gerçi Voltaire sonuna dek Tanrının varoluşuna duyduğu inancı sürdürmüş olsa da, dünyanın Tanrı ile ilişkisi üzerine görüşleri belli bir değişime uğradılar. İlkin az çok Leibniz ve Pope’un evrensel iyimserliklerini paylaşıyordu. Böylece Newton üzerine çalışmasında dünyadaki kötülük yüzünden Tanrıyı yadsıyan tanrıtanımazdan söz ederek belirtir ki,iyi ve iyi-lik terimleri ikircimlidir. ‘‘Seninle ilişkisinde kötü olan genel dizgede iyidir.’’28 Yine, kurtlar koyunları yer ve örümcekler sinekleri yakalar diye Tanrının varoluşu konusunda usun bizi götürdüğü vargıları bir yana mı bırakacağız? ‘‘Görmüyor musun ki, tersine, sürekli olarak yenip yutulan ve sürekli olarak yeniden üretilen bu sürekli kuşaklar evrenin tasarına girerler?’’29

    Bununla birlikte, büyük acılar getiren 1755 Lizbon depremi Voltaire’in dikkatini güçlü bir biçimde kötülük sorunu üzerine çevirdi. Ve bu olaya tepkilerini Lizbon’daki yıkım üzerine şiirinde ve Candide’de dile getirdi. Şiirde tanrısal özgürlüğü yeniden doğruluyor görünmektedir; ama geç yazılarında yaratılışı zorunluğa bağlar. Tanrı sonsuzluk içinde varolan ilk ya da en yüksek nedendir. Ama etkisiz bir neden kavramı saçmadır. Öyleyse dünya sonsuzluk içinde Tanrıdan doğuyor olmalıdır. Hiç kuşkusuz Tanrının bir parçası değildir, ve varoluşu için ona bağımlı olması anlamında olumsaldır. Ama yaratılış bengi ve zorunludur. Ve kötülük dünyadan ayrılamaz olduğu için, o da zorunludur. Öyleyse Tanrıya bağımlıdır; ama Tanrı onu ortaya çıkarmayı seçmiş değildir. Tanrıyı ancak eğer onu özgürce yaratmışsa kötülükten sorumlu tutabiliriz.

    İnsana dönelim. Philosophie de Newton’da30 Voltaire, Locke’u tanıyan pekçoklarının ona söylediklerine göre, Newton’un bir zamanlar Locke’a Doğaya ilişkin bilgimizin Tanrı için uzamlı bir şeye düşünme yetisini vermenin olanaksız olduğunu bildirebileceğimiz denli büyük olmadığını itiraf ettiğini belirtir. Ve yeterince açıktır ki Voltaire özdeksel-olmayan tözsel bir varlık olarak ruh kuramını gereksiz bir varsayım olarak görüyordu. Felsefe Sözlüğü’nde Ruh üzerine makalede ileri ‘tinsel ruh’ gibi terimlerin yalnızca bilgisizliğimizi örten sözcükler olduklarını ileri sürer. Yunanlılar duyusal ve anlıksal ruhlar arasına bir ayrım getiriyorlardı. Ama hiç kuşkusuz duyusal ruh diye birşey yoktur; ‘‘o senin örgenlerinin deviminden başka birşey değildir.’’ Ve usun yüksek ruhun varoluşu için bulabileceği tanıtlama alt ruhun varoluşu için bulabilecek olduğundan daha iyi değildir. ‘‘Ancak inanç yoluyladır ki onu bilebilirsin.’’ Voltaire burada kesin olarak tinsel ve ölümsüz bir ruh diye birşey yoktur demez. Ama görüşü başka bir yerde yeterince açık olarak ortaya koyulur.

    Ruhbilimsel bir anlamda insan özgürlüğüne gelince, Voltaire görüşünü değiştirdi. Metafizik Üzerine İnceleme’de31 özgürlüğün olgusallığını bilincin tüm kuramsal karşıçıkışlara direnen dolaysız tanıklığına başvurarak savunuyordu. Bununla birlikte, Philosophie de Newton32 başlıklı çalışmasında bir ayrım yapar. Belli sıradan sorunlarda, beni şu değil ama bu yolda davranmaya yönelten hiçbir güdüm olmadığı zaman, ilgisizlik özgürlüğünü taşıdığım söylenebilir. Örneğin, eğer sola ya da sağa dönme konusunda bir seçim yapabiliyorsam, ve eğer birini yapmaya doğru hiçbir eğilimim ve ötekine karşı hiçbir isteksizliğim yoksa, seçim kendi öz istencimin sonucudur. Açıktır ki,‘ilgisizlik’ özgürlüğü burada oldukça sözel bir anlamda alınmaktadır. Özgür olduğumuz tüm başka durumlarda kendiliğindenlik denilen özgürlüğü taşırız; ‘‘başka bir deyişle, güdülerimiz varsa, istencimiz onlar tarafından belirlenir. Ve bu güdüler her zaman anlağın ya da içgüdünün son sonucudurlar.’’33 Burada özgürlük adda kabul edilir. Ama bu ayrımı yaptıktan sonra, Voltaire şunları söylemeye geçer: ‘‘Herşeyin nedeni vardır; öyleyse senin istencinin de. Öyleyse hiç kimse kazanmış olduğu son düşüncenin bir sonucu olması dışında isteyemez. ... Bu yüzdendir ki bilge Locke özgürlük adını kullanmayı göze alamaz; özgür bir istenç ona bir kuruntudan başka birşey gibi görünmez. Kişinin istediğini yapma gücünden başka hiçbir özgürlük tanımaz.’’34 Kısaca, ‘‘kabul etmeliyiz ki özgürlüğe yönelik karşıçıkışlara bulanık bir diluzluğuna başvurmaksızın yanıt vermek pek olanaklı değildir; hüzünlü bir konu, öyle ki bilge insan bunun üzerinde düşünmekten bile korkar. Salt bir avutucu düşünce vardır: kişi hangi dizgeyi benimsiyor olursa olsun, eylemlerimizin hangi yazgıcılık tarafından belirlendiğine inanırsa inansın, her zaman sanki özgürmüş gibi davranacaktır.’’35 Daha sonraki bölümde Voltaire ilgisizlik özgürlüğüne yönelik bir dizi karşıçıkış getirmektedir.

    Felsefe Sözlüğü’nde Özgürlük üzerine makalesinde Voltaire yuvarlak bir anlatımla bildirir ki ilgisizlik özgürlüğü ‘‘onu yaratanların kendilerinde de bulunmayan birşey, anlamsız bir sözcüktür.’’ Kişinin istediği şey güdü tarafından belirlenir; ama kişi davranmada ya da davranmamada özgür olabilir, şu anlamda ki, yerine getirmeyi istediği eylemi yerine getirmesi gücü içinde olabilir ya da olmayabilir. ‘‘İstencin değil ama eylemlerin özgürdür; davranma gücün olduğu zaman davranmakta özgürsün.’’ Bilgisiz Filozof’ta36 Voltaire özgür bir istenç düşüncesinin saçma olduğunu ileri sürer; çünkü özgür bir istenç yeterli güdüsü olmayan bir istenç olacak ve Doğanın izlediği yolun dışına düşecektir. Eğer ‘‘küçük bir hayvan, beş ayaklık boyuyla’’ evrensel yasa egemenliği karşısında bir kuraldışı olmuş olsaydı, bu çok tuhaf olurdu. Şansa bağlı olarak davranacaktı, oysa şans diye birşey yoktur. ‘‘Herhangi bir bilinmeyen nedenin bilinen etkisini anlatmak için bu sözcüğü yaratan biziz.’’ Özgürlük bilincine ya da duygusuna gelince, bu istencimizdeki belirlenimcilik ile bütünüyle bağdaşabilirdir. Kişinin istenen eylemi yerine getirmeye gücü olduğu zaman dilediğini yapabilecek olduğundan daha çoğunu göstermez.

    HellsBells
    HellsBells
    ADMİN
    ADMİN


    Kadın
    Mesaj Sayısı : 3460
    Kayıt Tarihi : 06/02/08
    Yaş : 31
    Nerden : Angara
    İş Güç : Tanrının İzinde
    Points : 1839

    Voltaire Empty Geri: Voltaire

    Mesaj tarafından HellsBells Ptsi Eyl. 01, 2008 4:08 pm

    Belirlenimciliği öne sürmesi Voltaire’in ahlaksal yasa düşüncesini bir
    yana attığı anlamına gelmez. Herhangi bir doğuştan ahlaksal ilkenin
    olmadığı konusunda Locke ile anlaştığını bildiriyordu. Ama Tanrı
    tarafından öyle bir yolda oluşturulmuşuzdur ki, zamanın akışı içinde
    türenin zorunluğunu görmeye başlarız. Gerçekten, Voltaire ahlaksal
    kanıların değişkenliklerine dikkati çekmeye alışmıştı. Böylece
    Metafizik Üzerine İnceleme’de37 bir yerde erdem denilen şeyin başka bir
    yerde bir kusur olarak görüldüğünü belirtir, ve ahlaksal kurallar da
    tıpkı diller ve görenekler denli değişkendirler. Aynı zamanda ‘‘doğal
    yasalar vardır ki, insanlar dünyanın her yerinde bunlar konusunda
    anlaşmak zorundadırlar.’’38 Tanrı insanı vazgeçilemez belli duygularla
    donatmıştır ki, bunlar, sonsuza dek sürecek olan bağlar olarak, insan
    toplumunun temel yasalarını yaratırlar. Temel yasanın içeriği oldukça
    sınırlı görünmektedir ve başlıca başkalarını incitmemekten ve birinin
    komşusunu ahlaksızca incitmediği sürece hoşuna gideni yapabilmesinden
    oluştuğu söylenebilir. Gene de, Voltaire nasıl her zaman deistik (ya da
    kendi deyimiyle teistik) bir konumu sürdürmüşse, yine öyle ahlaksal bir
    göreciliğe de hiçbir zaman bütünüyle teslim olmamıştır. Pascal’da
    bulunabilecek türde derin bir dinsel duygu hiç kuşkusuz Voltaire’e özgü
    bir özellik değildi; ne de yüksek bir ahlaksal idealizme inandığı
    söylenebilir. Ama tanrıtanımazlığı nasıl yadsımışsa, aşırı törel
    göreciliği de yadsımıştır.

    Voltaire’in insan özgürlüğü ile
    ilgili olarak ruhbilimsel bir anlamda belirlenimci bir konumu
    benimsemeye başladığını söylemiştik. Aynı zamanda politik özgürlüğün de
    kararlı bir savunucusuydu. Locke gibi, Devlet tarafından saygı
    duyulması gereken bir insan hakları öğretisine inanıyordu; ve,
    Montesquieu gibi, İngiltere’de yürürlükte olan özgürlük koşullarına
    hayranlık duyuyordu. Ama politik özgürlük ile ne demek istediğini
    anlamak zorunludur. Kafasında herşeyden önce bir düşünce ve anlatım
    özgürlüğü vardı. Başka bir deyişle, birincil olarak le plilosophelar
    için kazanılacak özgürlükle ilgileniyordu, en azından Voltaire ile
    anlaştıkları ölçüde. Halk egemenliğini geliştirmeyi istiyor olma
    anlamında bir demokrat değildi. Hiç kuşkusuz bilimsel ve ekonomik
    ilerleme için zorunlu olduğunu düşündüğü hoşgörüyü savunuyordu; ve
    tiransal despotizmden nefret ediyordu. Ama Rousseau’nun eşitlik
    konusundaki düşüncelerini alaya alıyordu, ve ideali filozofların
    etkileriyle aydınlatılmış iyiliksever bir tekerk ideali idi.
    Hayalperestlere ve idealistlere güvenmiyordu; ve mektuplaşmaları
    göstermektedir ki onun görüşünde ayaktakımı—ki halkı böyle adlandırmak
    hoşuna gidiyordu—her zaman bir ayaktakımı olarak kalacaktı. Özgürlük ve
    hoşgörü için daha iyi koşullar ve türel sorunlarda daha iyi ölçünler
    pekala Fransız tekerki altında da elde edilebilirdi, yeter ki Kilisenin
    gücü kırılmış ve felsefi aydınlanma Hıristiyan inak ve boşinançların
    yerini almış olsun. Voltaire hiç kuşkusuz hiçbir zaman kurtuluşun
    halktan ya da şiddete dayalı bir ayaklanmadan gelebilecek olduğunu
    düşünmemişti. Bu yüzden, gerçi yazıları Devrim için zeminin
    hazırlanmasına katkıda bulunmuş olsalar da, Voltaire’i Devrimi Edimsel
    olarak alacak olduğu biçim içersinde istekle bekliyor ya da bilinçli
    olarak onu geliştirmeyi amaçlıyor olarak sunmak büyük bir yanılgı
    olacaktır. Düşmanı tekerk değil ama dinadamları sınıfıydı.
    Montesquieu’nün ‘güçlerin ayrılığı’ ilkesini savunma anlamında
    anayasanın özgürleştirilmesiyle ilgilenmiyordu. Ve gerçekte giderek
    denebilir ki dinadamlarının etkisinden kurtarılması anlamında tekerkin
    gücünün arttırılmasından yanaydı.

    Bu yorumlar Voltaire’in
    ilerlemenin bir düşmanı olduğunu imliyor olarak anlaşılmamalıdır.
    Tersine, Voltaire ilerleme düşüncesinin en etkili yayıcılarından
    biriydi. Ama terim onun için usun egemenliği, e.d. anlıksal, bilimsel
    ve ekonomik ilerleme anlamını taşıyordu, politik ilerleme anlamını
    değil, eğer bununla demokrasiye ya da halk yönetimine bir geçiş
    anlaşılıyorsa. Çünkü bilimde, sanatta ve düşüncelere karşı hoşgörüde
    ilerlemeyi geliştirmesi en olanaklı güç aydınlanmış tekerkin
    yönetimiydi.

    Montesquieu’nün kuramlarının bu bölümde irdelenmiş
    olmaları olgusuna karşın, Voltaire’in tarih konusundaki görüşlerini
    tarih felsefesinin doğuşunu ele alan bölüme bırakmayı öneriyorum.

      Forum Saati Çarş. Mayıs 08, 2024 8:51 pm